Hangi spor dalları fiziksel gelişimi büyük ölçüde etkiler?

28 Mayıs 2010 Cuma

__Bağdat Caddesi__

Bağdat Caddesi ya da kısaca "Cadde" Cumartesi Pazar dergisi İstanbul'un Asya kıtası'nda bulunan; Kadıköy Belediyesi sınırları içerisinde; Kızıltoprak'tan'dan başlayarak; Maltepe Belediyesi sınırlarındaki Cevizli'ye kadar uzanan ünlü bir caddedir.


Osmanlı Öncesi


Osmanlı İmparatorluğu döneminde; İstanbul'un fethedilmesinden de önce; Bizans İmparatorluğu'nu Anadolu'ya bağlayan bir yol olarak; ticaret kervanları ve ordular tarafından kullanılırdı.


Osmanlı Sonrası


Osmanlı'nın İstanbul'u ele geçirmesinden sonra; Anadolu'ya doğru yapılacak sefer hazırlıklarını da günümüzde artık varolmayan ama isminde bir garı olan Haydarpaşa Çayırı'nda toplanır ve hazırlanırdı. Bu vesile ile; Osmanlı Ordusu için de oldukça önemliydi.


Yolun Bağdat ismini alması


Bağdat caddesi'nin ismi ise IV. Murat dönemine denk gelir. Irak'ın Bağdat'ı geri alabilmek için "Bağdat Seferi" düzenlenir. Osmanlı bu savaştan zaferle döndükten sonra; İstanbul'dan sefere çıkarken gittiği yol da Bağdat ismini alır.


Ancak o dönemde Bağdat yolu daha değişikti; Üsküdar Meydanı'nda başlar, Karacaahmet Mezarlığı ve Haydarpaşa Çayırı'ndan geçerek Bostancı Köprüsü'ne ulaşan bir güzergahta idi.


Günümüzdeki mevcut Bağdat Caddesi üzerinde de; Osmanlı döneminde çeşmeler ve namazgahlar vardı: Haydarpaşa Çayırı'nda bulunan Ayrılık Çeşmesi, yıkıldıktan sonra adlarını bulundukları semtlere veren Söğütlüçeşme ve Selamiçeşme.


Zenginlerin Bağdat Caddesi'ne taşınması


Bağdat Caddesi'nin zengin insanların muhiti olmasının sebebi de; II. Abdülhamit dönemine dayanır. Padişah'ın sarayına yakın oturmak isteyen paşalar, devlet görevlileri ve zengin tüccarlar; Kadıköy'de arazi alarak köşkler, konaklar ve evler yaptırmışlardır. Günümüzde bu evlerden azı hala mevcuttur; ancak bunlar Bağdat Caddesi'nin ilk evleridir.


I. Dünya Savaşı Sonrası


Bağdat Caddesi'nin güzergahı Osmanlı döneminde olmuştur; o dönemin İstanbul Belediyesi (Şehremaneti) 1918'de Kurbağalıdere ile Kızıltoprak arasını Bağdat Yolu olarak göstermiş; ancak 1934'de Kızıltoprak'tan başlıyarak Pendik'e kadar uzanan cadde Bağdat Caddesi ismini almıştır.


I. Dünya Savaşı'ndan önce Bağdat Caddesi Arnavut kaldırımı taşları ile süslüydü. Ancak, araçların daha rahat hareket edebilmesi için bu taşlar kaldırılmış yerine asfalt dökülmüştürr.


Arnavut kaldırımlarının olduğu dönemde de; Kızıltoprak'dan Bostancı'ya kadar uzanan bir yol mevcuttu. Kadıköy'de Haydarpaşa'dan Bostancı'ya gitmek için; faytonlu arabalarla ulaşım gerçekleşirdi.


Cumhuriyet Sonrası


İlerki dönemlerde; Altıyol'dan başlayarak Bostancı'ya kadar uzanan bir tramvay hattı da mevcuttu. Bu tramvay sırasıyla; İskele, Altıyol, Dereağzı, Kızıltoprak, Selamiçeşme, Çiftehavuzlar, Göztepe, Caddebostan, Şaşkınbakkal, Suadiye ve Bostancı güzergahını kullanırdı.


Mustafa Kemal Atatürk, ilk olarak Bostancı'da Cavit Paşa Köşkü'ne, ardından Moda'daki Halk Gazinosu'na, ve Dereağzı'ndaki Fenerbahçe Spor Kulübü'nün Denizcilik Lokali de başta olmak üzere bir çok yere uğramış Bağdat Caddesi'ne bir çok kez gelmiştir.


Günümüzde Bağdat Caddesi


Günümüzde Bağdat Caddesi Kızıltoprak'tan başlayarak Maltepe ilçesine kadar uzanır. Eskiden daha çok insanların oturduğu binalar bu cadde üzünde bulunurken; günümüzde özellikle Suadiye'den başlayarak Caddebostan'a kadar uzanan bölgede mağazalar ve işyerleri yerini almıştır. Türkiye'nin ve Dünya'nın bir çok başlıca markalarının Bağdat Caddesi'nde en az bir adet mağazası mevcuttur. Kiraları ise oldukça pahalıdır.


Cadde günümüzde tek yönlüdür; trafik Bostancı'dan Kadıköy'e doğru akar.


İsmi dönemle popüler olduğu için; başka şehirlerde de Bağdat Caddesi isminde caddeler bulunmaktadır. (Misal olarak Kayseri'deki 3 kilometrelik Bağdat Caddesi)


Kadıköy Belediyesi tarafından 1994 yılından bu yana yapılan 29 Ekim Cumhuriyet yürüyüşünde cadde trafiğe kapanır ve halk Suadiye'den başlayarak Göztepe'ye kadar Bağdat Caddesinde yürür. Aynı zamanda Fenerbahçe SK taraftarlarının kalesi olarak bilinen caddedir.

Backstreet Boys

Backstreet Boys, 1992 yılında kurulmuş ünlü Amerikan pop grubudur.



Grup iki kuzen tarafından kurulmuştu. Kevin Richardson ve Brien Littrell, müzik yaşamlarına bir kilise korosunda başlamışlardı fakat daha sonra bu işten sıkılan iki kuzen, daha çok ilgi çekecek işler yapmaya karar verdiler. Yapabilecekleri tek iş şarkı söylemekti ve hemen bir grup oluşturdular. Bu ikiliye daha sonra Howie Dorough ve A. J. McLean katıldı. Bu kalabalık grubun son elemanı Nick Carter grup elemanları tarafından keşfedildi ve hemen gruba alındı.


Backstreet Boys, ilk başlarda çok sıkıntı çekti. Kurulmak için kötü bir zaman seçmişlerdi. O dönemde piyasa çok güçlüydü. Kendilerine bir yer edinmeleri ve fark edilmeleri oldukça uzun sürdü. Sonraları şans yavaş yavaş yüzlerine gülmeye başladı ve Take That gibi ünlü gruplar dağıldı. Böylece lidersiz kalan müzik piyasası onları bağrına bastı.


Backstreet Boys, uzun ve zorlu çalışmalardan sonra “Daubt” isimli albümlerini 1995 yılının sonlarında çıkardılar. Albüm, Avrupa ve Amerika’da piyasaya sunuldu. Fakat çok ilginç karşılandı. Amerika’da fazla tutulmayan ve alışılmış bulunan albüm Avrupa’da büyük ilgi topladı. Avrupa listelerinde ilk 10’a giren ve Top 10 listelerinde haftalarca kalan parçalar Amerika listelerinde alt sıralardan kurtulamadı. Grup ilk albümlerinden sonra amaçlarının yarısını gerçekleştirmişti. Tanınmış ve tutulmuştu. Bundan sonra işleri kolaylaşmıştı. Fakat kendi ülkelerinde başarı kazanamamak grubu bir haylü üzdü.


Grubun şansı 1997 yılında döndü. O yıl yayınlanan “Everybody” adlı albüm çok tutuldu. Albümde yer alan “Quiet Playing Games” ve “As Long As You Love Me” tüm dünya listelerini alt üst etti ve haftalarca üst sıralardaki yerlerini korudular. Böylece grup kendi evinde de başarıyı yakalamış oldu. Albüm o kadar başarılı oldu ki 1997 Grammy Ödülleri'nden de payını aldı. Böylece BackStreetBoys Amerika’da da aranan ve sevilen bir grup oldu.


Grup, içinde bulunduğumuz günlerde yeni çıkan Millenium albümünün satış grafiğini merakla izliyor. Albümün en çok ilgi gören parçası “I Want It That Way” oldu. Ayrıca grup bu parçaya Los Angeles’ta bir de video klip çekti.


1993 senesinde Floridalı iş adamı Lou Pearlman’ın New Kids On The Block ile gelişen erkek grubu popüleritesine karşılık oluşturduğu Backstreet Boys, ilk kadrosunda Nick Carter, Howie Dorough, Alexander James McLean, Sam Licata ve Charles Edwards’ı bulunduruyordu. Licata ile Edwards’ın gruptan ayrılmasıyla birlikte Mart ayında kadrosuna Kevin Richardson’u ekleyen grup, Nisan ayında da Richardson’un kuzeni Brian Litrell’i de kadrosuna dahil ederek tam şeklini aldı. İlk konserini aynı senenin Mayıs ayında Florida’da gerçekleştiren genç topluluk, bu konser sonrasında New Kids On The Block ile çalışmış olan menajer Johnny Wright önderliğinde organizasyonlarda yer almaya başladı.


1994 senesinde Jive Records ile anlaşmaya varan Backstreet Boys, ilk single “We’ve Got It Goin’ On”u Haziran ayında piyasaya sürdü. Bu single ile Amerika listelerine 69 numaradan giriş yapan grup, Avrupa’da oldukça iyi bir satış grafiği yakaladı. Kendileriyle aynı ismi taşıyan ilk albümlerini de yaz ayında sadece Avrupa ve Kanada’da yayınlayan grup, albümün satışlarıyla birkaç hafta içerisinde altın plak kazandı. Avrupa’daki populeritesini genişleten topluluk, sonraki iki sene boyunca Avrupa, Asya ve Kanada’da konserler gerçekleştirdi.


1996 senesinde Almanya’da “1 Numaralı Uluslararası Grup” seçilen Backstreet Boys, 1997 senesinde yine kendileriyle aynı ismi taşıyan albümlerini bu sefer Amerika’da yayınladı. Amerika’da Spice Girls gibi gruplarla yükselen pop kültürüyle kendisine rahatça yer bulabilen grup, bu albümle Amerika listelerinde 4 numara olmayı başardı. Albüme ilk baskıdan farklı olarak “Everbody (Backstreet’s Back)” adlı parçayı ekleyen topluluk, bu albümle 8.5 milyon gibi bir satış yakaladı.


Aynı sene “Backstreet’s Back” adlı 3. albümünü Amerika dışında piyasaya süren Backstreet Boys, bu albümle İngiltere listelerinde 2 numara olmayı başardı. Birçok ülkenin listesinde zirveye yerleşen grup, albümle tüm dünyada 24 milyon kopya satmayı başardı. Senenin sonunda turneye çıkan topluluk, toplam 20 ülkede performans göstererek genç hayranlarıyla buluştu.


1998 senesinde Brian Litrell’in kalp ameliyatı geçirmesiyle çalışmalarına kısa bir süre ara vermek zorunda kalan Backstreet Boys, aynı senenin Mart ayında gerçekleştirdikleri yardım konseri sonrasında Orlando valisince Orlanda şehrinin anahtarlarıyla şereflendirildi.


Lou Pearlman’ı haksız yere para kaçırmasından dolayı defalarca dava eden Backstreet Boys üyeleri, bu sırada kendilerine Korn ve Limp Bizkit gibi gruplarla çalışmış olan ‘The Firm’ adlı menajerlik şirketini bağladı. 1999 senesinde “Millennium” adlı albümü yayınlayan grup, albümün ilk haftada 1.13 milyon kopya satmasıyla bir rekora imza atmış oldu. Hem dünyada hem de Amerika’da aynı anda yayınlanan “Millennium” ile Amerika listelerinde 10 hafta boyunca 1 numarada kalan topluluk, İngiltere listelerinde ise 2 numara olmayı başardı. Albümden çıkan ilk single “I Want It That Way” ile listelerde 6 numaraya yükselen Backstreet Boys, albümün çıkmasıyla birlikte MTV’nin TRL programına konuk oldu. Gruba yönelik yoğun ilgiden dolayı polisin yolları kapatmasına neden olan şov sonrası grup bu sefer de albümün turnesine çıktı ve yaklaşık 2 milyon hayranıyla buluştu.


2000 senesinde Rolling Stone’un ilk baskısında derginin kapağında yer alan Backstreet Boys, senenin sonuna doğru “Black & Blue” adlı albümünü hayranlara sundu. Albümle Amerika listelerinde yine zirveye yerleşen grup, albümden çıkan ilk single “Shape Of My Heart” ile listelerde 9 numara olmayı başarırken, albüm dünyada 15 milyon kopya satarak gruba sadece Amerika’dan 8 kez platin plak kazandırdı.


2001 senesinde “Black & Blue” albümünün turnesine çıkan Backstreet Boys, turnenin ilk ayağında oldukça masraflı şovlarıyla hayranlarına inanılmaz dakikalar yaşattı. Turnenin ikinci ayağında ise AJ McLean’in ilerleyen alkol ve uyuşturucu sorunları kendisini gösterdi ve McLean bir süreliğine rehabilitasyon merkezine yattı. Bunun yanına grubun turne ekibinden bir kişinin ölmesiyle turneyi iptal etmek zorunda kalan topluluk, seneyi yayınladıkları “The Hits: Chapter One” adlı derleme albümü yayınlayarak kapattı.


“The Hits: Chapter One” albümünü grubun hit olmuş şarkılarıyla birlikte “Drowning” adlı yeni bir parça ekleyerek piyasaya süren Backstreet Boys, bu albümle Amerika listelerinde 4 numara olmayı başardı. Albüm sonrasında yardım konserlerinde sahne alan grup, bu konserler sonrasında çalışmalarına bir süreliğine ara verdi.


2002 senesinde gruptan Nick Carter “Now Or Never” adlı solo albümünü yayınlarken, albüm Amerika listelerinde 17 numara oldu ve satışlarıyla sanatçıya altın plak kazandırdı. Bu sırada Kevin Richardson “Chicago” adlı Broadway müzikalinde sahne aldı ve geriye kalan diğer üç grup üyesi de kendi solo çalışmalarına yöneldi. 2003 senesinde McLean’in bir televizyon programına konuk olmasıyla sorunlarından uzaklaştığının izlenimini vermesi Backstreet Boys’un 2004 senesinden itibaren yeniden sahnelere döndürdü ve grup Asya’ya geçerek burada ufak bir turne gerçekleştirdi.


2005 Mart ayında “Incomplete” adlı single’ı piyasaya süren Backstreet Boys, bu single ile Amerika listelerinde 14 numara oldu. Single ile birlikte eski soundlarından daha olgun bir tarza döndüklerinin izlenimini veren grup, bu yeni tarzıyla birçok hayranından tepki topladı. Haziran ayında “Never Gone” adlı albümünü piyasaya süren topluluk, albümde sound olarak daha çok ‘rock’ müziğine yaklaşan bir tarza büründü. Albüm Amerika listelerinde 3 numara olurken, diğer birçok ülkenin listesinde zirvede yer aldı. “Never Gone” albümü sonrası albümün tanıtımı amaçlı tuneye çıkan Backstreet Boys, albümün satışlarıyla da Amerika’da platin plak kazandı.


Mayıs 2006’da Brian Litrell, “Welcome Home (You)” adlı ilk solo albümünü yayınladı ve Haziran ayında ise Kevin Richardson gruptan ayrıldığını ifade etti. Şu ana kadar Richardson’un yerine başka bir üye alınmazken, Richardson Broadway müzikali “Chicago”daki performanslarına devam etti. Kazandıkları sayısız ödülle birlikte birçok hit parçaya imza atarak listelerde haftalarca yer almayı başaran ve albümlerinin satışlarıyla erkek gruplar arasında ilk sırada bulunan grup, 2007'de yayınlanan yeni albümleri "Unbreakable"da prodüktör olarak Dan Muckala, Eddie Galan ve Drew Lane ile bir araya geldi. Aynı zamanda MTV Avrupa Müzik Ödülleri 2009da Avrupa'nın En İyi Sanatçısı ödülünde maNgaya ödülünü vermişlerdir.

''batmaz'' gemi: TİTANİC

RMS Titanic , White Star Line şirketinin sahibi olduğu Olympic sınıfı bir yolcu gemisidir.Harland and Wolff (Belfast,İrlanda) tersanelerinde üretilmiştir.14 Nisan 1912 gecesi daha ilk seferinde bir buz dağına çarpmış ve yaklaşık iki saat kırk dakika içinde Kuzey Atlantik'in buzlu sularına gömülmüştür. 1912'de yapımı tamamlandığında dünyadaki en büyük buharlı yolcu gemisiydi.




Batışı 1.517 kişinin ölümüyle sonuçlandı ve dünya savaşları dışındaki en büyük deniz felaketlerinden biri olarak tarihe geçti. Titanic 'in batışı ile birlikte meydana gelen büyük kayıp'ın oranı birçok nedene bağlanmaktaydı ve zaman geçtikçe oturan şey ise Titanic 'in herkes için yeteri kadar filika taşımamasıydı.Titanic 'in tam kapasitesi 3,547 kişi olmasına rağmen gemi'nin sahip olduğu toplam flika sayısı 1,178 kişilikti. Aynı zamanda bayanlara ve çocuklara öncelik tanındıgı için toplamda ölen erkek sayısıda çok orantısızdı.


Titanic zamanında mevcut olan en ileri teknolojileri kullanmıştı. Birçok insan tarafından "batmaz" gemi olarak inanılıyordu, bu inanış batmadan önce bu şekilde tanımlanmış ve lanse edilmişti.Bu derece ileri teknoloji ve eğitimli mürettebata rağmen batışı birçoğu için şoktu.Medya ise Titanic 'in ünlü kurbanları ve batış ile ilgili efsaneleri sürekli gündeme getiriyor ve ateş'e benzin döküyordu.Bu tartışmaların sonucu denizcilik kanunun degişmesine neden oldu.Amerikan donanmasından emekli Robert Ballard 'ın gemi enkazını 1985'de bulması Titanic'in ününe olan ilgiyi ve bu ilginin günümüze kadar devam etmesini sağladı.

27 Mayıs 2010 Perşembe

Edgar Allan Poe

19 Ocak 1809’da dünyaya gelen Edgar Allan Poe, günümüzde de ilgi odağı olmayı sürdürüyor. Bu ilginin pek çok sebebi vardır kuşkusuz. Ama bunlar arasında, onun düşle gerçek arasında kurduğu dünyaların ürkütücü cazibesinin rolü büyük olmalı. Okuyucu, kaybolmanın tüm ürpertisini içinde taşısa da onun müthiş dehası ve kurgusuyla belirlediği sona doğru adım adım ilerlemekten kendisini alamaz. Üstelik öyküler her okunuşlarında daha önce fark edilmeyen yollara ve dolayısıyla yeni keşiflere açılır. Öykülerinde doğrudan görünenin ötesindeki anlam katmanları, kimi öykülerinde gömdüğü kurbanları gibi örtülüdür. Okuyucu onları, ancak emek verdiği ölçüde görebilir. Poe’nun öykülerinin özgünlüğü ve eskimezliği biraz da buradan geliyor.

Yazdıklarıyla edebiyata pek çok yenilik getirmiş, daha sonra yazılanlara hatta edebiyat dışındaki diğer sanat dallarına da ilham kaynağı olmuş, polisiye, bilimkurgu, fantastik, gotik edebiyatın gelişmesinde ve yeniden biçimlenmesinde çok önemli bir basamak oluşturmuş olan Edgar Allan Poe, öykülerinde, “Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz, yalnızca bir düş içinde bir düş” dizelerini bütün çarpıcılığıyla yüzümüze vurmaya devam ediyor.





Şimdi, bir gölün kenarında oturduğunuzu, etrafınızı çeviren dünyanın ve yüzünüzün durgun suya yansıyan aksini seyrettiğinizi düşünün. Bir süre sonra içinizde, sudaki kıpırtısız dünyayı dağıtmak, sarsmak, değiştirmek için karşı koyamadığınız bir istek belirmez mi? Doğal olarak suya dokunur ya da göle atmak için bir taş aramaya başlarsınız.


İşte Poe’nun öyküleriyle yaptığı budur. Onun öyküleri göle atılan bir taş gibidir ya da suyu karıştıran becerikli bir el... Önce hayretle, yüzünüzün alışkın olduğunuz çizgilerinin bozulmasına, dağılmasına şahit olursunuz. İyice bakmaya cesaretiniz varsa, size benzeyen ama çoğu zaman görmezden geldiğiniz, hatta ürktüğünüz yine de içinizde bir yerlerde olduğunu hep bildiğiniz kendinizle yüzleşirsiniz bulanık suda. Ardınızdaki dünya da belirsizleşmiş, yıkılmıştır. Tekinsiz, karanlık, kuralsız ve vahşi, başka bir dünyanın kapıları aralanır. Oraya hükmeden Tanrı, olsa olsa Dionysos’tur. Takıntılara, tutkulara, kayıp ruhlara, delice isteklere, öc almalara, kana ve sonsuz aşklara kaldırır kadehini.

Türkiye Rallisi 2010 İstanbulda...

İki kıtada geçen tek WRC rallisinin tadını çıkarmaya hazır mısınız?


 
Doğunun Batıyla, tarihin doğal güzelliklerle, teknolojinin geleneklerle, geçmişin gelecekle ve kültürün eğlenceyle buluştuğu şehre, İstanbul'a hoş geldiniz! İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesinin ardından Organizasyon Komitesi, WRC ve İstanbul markalarına daha da fazla katkı yapabilmek adına Türkiye Rallisi'nin, Antalya'dan İstanbul'a taşıma kararı aldı.


İstanbul, 2010'da WRC Dünya Ralli Şampiyonas'na dahil olan 6.Türkiye Rallisi'ne (Rally of Turkey) ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 13.8 milyonluk nüfusuyla, nüfus sıralamasında Avrupa'nın birinci, dünyanın ise beşinci büyük şehri sıfatına sahip efsaneler şehri İstanbul'daki 6.Türkiye Rallisi, motorsporları tutkunlarına unutulmaz anlar yaşatacak ve gönüllerde taht kuracak.


Türkiye Rallisi sayesinde, 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul, tüm güzelliği ile konuklarını bir kez daha büyülemeye hazırlanıyor. Asya ve Avrupa kıtalarında gerçekleştirilecek olan bu benzersiz organizasyonda Sultanahmet'te yapılacak Sembolik Start öncesinde tüm yarışmacılar, basın mensupları ve VIP konuklarımız ralli otomobillerinin de yer aldığı bir arabalı vapurda Boğaz'ın keyfini çıkaracak.


Türkiye Rallisi'nde geçilecek olan Özel Etaplar Anadolu yakasında yer alıyor. Oldukça hızlı ve geniş olarak da ifade edilebilen toprak karakterli etaplar, geçtiğimiz yıllarda ERC ve IRC katılımcılarının favorileri arasındaydı.


2010 Türkiye Rallisi, sürücüler, medya mensupları, görevliler ve seyirciler için unutulmaz bir yarış olacak. 15-18 Nisan tarihlerini ajandanıza şimdiden yazın ve İstanbul'daki bu heyecan fırtınasını kaçırmayın.

Ersin Karabulut*

3 Haziran 1981'de İstanbul - Eminönü'nde doğdu. Öğretmen birer anne babası ve kendinden dört yaş büyük bir ablası vardır. Bayrampaşa ilköğretim okulunu ve Vatan Anadolu Lisesi'ni bitirdi. 16 yaşında ilk karikatürü, Pişmiş Kelle dergisinde yer buldu. Daha sonra çizdiği köşeler yayınlanmaya başladı. Bir Süre Gırgır ve Ördek dergilerinde de çizdi. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik bölümüne girdi. İkinci sınıfta Lombak dergisinde ve daha sonra da Penguen dergisinde çizmeye başladı.



2007 Ağustosunda, Yiğit Özgür ve Memo Tembelçizer gibi bir grup çizerle birlikte, yeni bir dergi çıkartmak üzere, Penguen'den ayrılmış ve 5 Eylül 2007' de Uykusuz adlı dergiyi çıkarmaya başlamışlardır.


Uykusuz'da çizgi öykü tarzındaki Sandık İçi isimli köşeyi çiziyor. Ayrıca, "Sandık İçi" adlı bir kitabı bulunmaktadır.
Hala öğrenci statüsündedir.Mezun olamamıştır ve mezun olmak için sınavlara girmektedir.Uykusuz2daki sandık içi isimli köşesinde kendi hayatından kesitlerle hayata bakışını ve kendi doğrularını insanlar arası etkileşimleri işliyordu. Sevgili Günlük'te ise bi kızın günlüğü, hayatı ve yaşadığı karmaşık olayları anlatmaktadır ve bu karmaşık olaylardan dolayı köşeye büyük bir heyecan katmıştır,okurlar tarafından da büyük ilgi görmüştür. Son zamanlarda Türk mizah sevenleri tarafından büyük ilgi görmekte ve tanınmaktadır.


Çizerlik yeteneğini basından aldığını söyleyen Ersin Karabulut,çizime ne zaman başladığını hatırlamıyor.




 "Bu işe bulaşmaya ölüp biten okuyucalara ne önereceksin?" sorusuna da şöyle cevap veriyor:

Çizer olmakla çizmek arasında fark var. Bir grup sadece çizer olmak için çizmek istiyor. Popüler olmaya başlayan bir meslek ya, popüler bir durum gençler arasında mizah dergisinde çalışmak. İşte bu çizer olmak. Çizer olmak için çizmeye çalışan adamın çok fazla şansı olacağını sanmıyorum. Çizmek isteyen adam ise başka bir işi isteyerek yapamayacağının, başka bir işte başarılı olamayacağının farkındadır, biraz da zorunluluktan karalaya karalaya bu işi başarır. Olacak adam mutlaka olur. İçinde bir çatlak bulur, ben gideceğim o Penguen dergisine der. İnsanlar dosyalarla geliyor. Dergiye gelsinler. Olacak adam mutlaka olur, olamayan adam ise peşini bıraktığı için olmuyordur. İnanmakla alakalı bir şey işte, umutsuzluğa kapılmamak gerek. Çok klişe olacak ama çok çizmek de bileği geliştiriyor.



Moliere


Molière, sarayın döşemelerini yapan bir mobilyacı olan Jean Poquel'in ile bir zengin burjuva ailesinin kızı olan Marie Cresse'nin oğluydu. Moliere annesini 10 yaşındayken yitirdi ve babası ile bağlantıları hiç sıkı Babası 1531de bir imtiyaz satın almıştı ve Moliere babasının işini devam ettirmeye başladı ve bu arada hukukçudeğildi. Annesinin ölümünden sonra babası ile Paris'de o zaman yukarı burjuva sınıfından kişilerin evlerinin bulunduğu Rue Saint-Honoré'de yaşadılar. İlk okul eğitimini Paris'te yaptı ve sonra Paris'in en iyi okullarından Cizvit'lerin idaresinde olan "Collège de Clermont"'da öğrenim gördü. 1641’de bu okuldan ayrıldı.  olmak için çalışmalara başladığı da bildirilir.



Haziran 1643de Moliere 23 yaşında iken birden babasının işini bırakmaya ve Paris'ten ayrılmaya karar verdi. Daha önce tanışmış olduğu tiyatrocu güzel aktrist Madelaine Bejart ile birleşip kendisi 630 livre sermaye katarak ile Bejart'la birlikte Illustre Théâtre adlı bir tiyatro topluluğu kurdu. Böylece bağlı oldugu sosyal sınıf ilişkilerini geride bıraktı. Sahne adı olarak Fransa'nin Midi bölgesinde Vigan şehri civarında bir köy olan Molière ismini kullanmaya başladı. Bundan hemen sonra bu topluğa Madelaine'nin erkek ve kız kardeşleri de katıldı. Moliere hem iyi aktörlük gücü hem de eğitimi dolayısıyla bu gezici tiyatro trupunun idarecisi oldu. 1645de bu gezici tiyatro trupu, çoğu pansiyon masrafları olmak üzere, 2000 livre borçlanmıştı. Moliere bu borçlar dolayısıyla hapse atıldi ama ya babası ya da topluluk mensupları borcu ödüyerek 24 saat sonra hapisten kurtarıldı.


Bundan sonra Moliere ve Madelaine Bejart 12 yıl sürecek bir gezici tiyatro hayatına başladılar. Önceleri "Charle Dufresne"'nin trupuna katıldılar ve sonra kendi truplarını kurdular. Bu topluluk biraz başarı kazanarak Orleans Dükü I. Filip'in koruması ve desteği altında çalışmaya başladı. Bu gezginci tiyatroculuk döneminden Moliere'in ancak iki eseri elimize geçmiştir: "L'Étourdi" ve "Le Docteur amoureux". Bu eserlerde Moliere'in gezginci tiyatroların alışılagelen İtalyan asıllı ve yarı tuluat şeklindeki Comedia del Arte konu ve stilinden ayrılıp kendine has bir oyun uslubu geliştirmeye başladığı gorülmektedir. Bu arada Moliere Languedoc Eyaleti valisi Conti Dükü ile iyi arkadaş olmuş ve onun mali desteğini almıştır. Fakat bu kişi bir zuhrevi hastalığa tutulunca dinsel baskılar dolayısıyla tiyatroculara mali desteğini kesmiş ve şahsi ilişkilerden bile uzaklaşmıştır. 1650-53’te tiyatroyla Lyon’da kaldı ve Lyons'da iken Moliere'in trubuna Markiz sahne adlı Mademoiselle Duparc katıldı. Bu aktrist tanınmış oyun yazarları olan Pierre Corneille, sonra da Jean Racine ile ilişki kurdu ve hatta bir müddet Racine'in metresliğini yaptı. Racine hazırladığı ilk eserini Moliere'in sahnelemesini istemiştir ama Moliere bunu kabul etmemiştir.