Hangi spor dalları fiziksel gelişimi büyük ölçüde etkiler?

28 Mayıs 2010 Cuma

__Bağdat Caddesi__

Bağdat Caddesi ya da kısaca "Cadde" Cumartesi Pazar dergisi İstanbul'un Asya kıtası'nda bulunan; Kadıköy Belediyesi sınırları içerisinde; Kızıltoprak'tan'dan başlayarak; Maltepe Belediyesi sınırlarındaki Cevizli'ye kadar uzanan ünlü bir caddedir.


Osmanlı Öncesi


Osmanlı İmparatorluğu döneminde; İstanbul'un fethedilmesinden de önce; Bizans İmparatorluğu'nu Anadolu'ya bağlayan bir yol olarak; ticaret kervanları ve ordular tarafından kullanılırdı.


Osmanlı Sonrası


Osmanlı'nın İstanbul'u ele geçirmesinden sonra; Anadolu'ya doğru yapılacak sefer hazırlıklarını da günümüzde artık varolmayan ama isminde bir garı olan Haydarpaşa Çayırı'nda toplanır ve hazırlanırdı. Bu vesile ile; Osmanlı Ordusu için de oldukça önemliydi.


Yolun Bağdat ismini alması


Bağdat caddesi'nin ismi ise IV. Murat dönemine denk gelir. Irak'ın Bağdat'ı geri alabilmek için "Bağdat Seferi" düzenlenir. Osmanlı bu savaştan zaferle döndükten sonra; İstanbul'dan sefere çıkarken gittiği yol da Bağdat ismini alır.


Ancak o dönemde Bağdat yolu daha değişikti; Üsküdar Meydanı'nda başlar, Karacaahmet Mezarlığı ve Haydarpaşa Çayırı'ndan geçerek Bostancı Köprüsü'ne ulaşan bir güzergahta idi.


Günümüzdeki mevcut Bağdat Caddesi üzerinde de; Osmanlı döneminde çeşmeler ve namazgahlar vardı: Haydarpaşa Çayırı'nda bulunan Ayrılık Çeşmesi, yıkıldıktan sonra adlarını bulundukları semtlere veren Söğütlüçeşme ve Selamiçeşme.


Zenginlerin Bağdat Caddesi'ne taşınması


Bağdat Caddesi'nin zengin insanların muhiti olmasının sebebi de; II. Abdülhamit dönemine dayanır. Padişah'ın sarayına yakın oturmak isteyen paşalar, devlet görevlileri ve zengin tüccarlar; Kadıköy'de arazi alarak köşkler, konaklar ve evler yaptırmışlardır. Günümüzde bu evlerden azı hala mevcuttur; ancak bunlar Bağdat Caddesi'nin ilk evleridir.


I. Dünya Savaşı Sonrası


Bağdat Caddesi'nin güzergahı Osmanlı döneminde olmuştur; o dönemin İstanbul Belediyesi (Şehremaneti) 1918'de Kurbağalıdere ile Kızıltoprak arasını Bağdat Yolu olarak göstermiş; ancak 1934'de Kızıltoprak'tan başlıyarak Pendik'e kadar uzanan cadde Bağdat Caddesi ismini almıştır.


I. Dünya Savaşı'ndan önce Bağdat Caddesi Arnavut kaldırımı taşları ile süslüydü. Ancak, araçların daha rahat hareket edebilmesi için bu taşlar kaldırılmış yerine asfalt dökülmüştürr.


Arnavut kaldırımlarının olduğu dönemde de; Kızıltoprak'dan Bostancı'ya kadar uzanan bir yol mevcuttu. Kadıköy'de Haydarpaşa'dan Bostancı'ya gitmek için; faytonlu arabalarla ulaşım gerçekleşirdi.


Cumhuriyet Sonrası


İlerki dönemlerde; Altıyol'dan başlayarak Bostancı'ya kadar uzanan bir tramvay hattı da mevcuttu. Bu tramvay sırasıyla; İskele, Altıyol, Dereağzı, Kızıltoprak, Selamiçeşme, Çiftehavuzlar, Göztepe, Caddebostan, Şaşkınbakkal, Suadiye ve Bostancı güzergahını kullanırdı.


Mustafa Kemal Atatürk, ilk olarak Bostancı'da Cavit Paşa Köşkü'ne, ardından Moda'daki Halk Gazinosu'na, ve Dereağzı'ndaki Fenerbahçe Spor Kulübü'nün Denizcilik Lokali de başta olmak üzere bir çok yere uğramış Bağdat Caddesi'ne bir çok kez gelmiştir.


Günümüzde Bağdat Caddesi


Günümüzde Bağdat Caddesi Kızıltoprak'tan başlayarak Maltepe ilçesine kadar uzanır. Eskiden daha çok insanların oturduğu binalar bu cadde üzünde bulunurken; günümüzde özellikle Suadiye'den başlayarak Caddebostan'a kadar uzanan bölgede mağazalar ve işyerleri yerini almıştır. Türkiye'nin ve Dünya'nın bir çok başlıca markalarının Bağdat Caddesi'nde en az bir adet mağazası mevcuttur. Kiraları ise oldukça pahalıdır.


Cadde günümüzde tek yönlüdür; trafik Bostancı'dan Kadıköy'e doğru akar.


İsmi dönemle popüler olduğu için; başka şehirlerde de Bağdat Caddesi isminde caddeler bulunmaktadır. (Misal olarak Kayseri'deki 3 kilometrelik Bağdat Caddesi)


Kadıköy Belediyesi tarafından 1994 yılından bu yana yapılan 29 Ekim Cumhuriyet yürüyüşünde cadde trafiğe kapanır ve halk Suadiye'den başlayarak Göztepe'ye kadar Bağdat Caddesinde yürür. Aynı zamanda Fenerbahçe SK taraftarlarının kalesi olarak bilinen caddedir.

Backstreet Boys

Backstreet Boys, 1992 yılında kurulmuş ünlü Amerikan pop grubudur.



Grup iki kuzen tarafından kurulmuştu. Kevin Richardson ve Brien Littrell, müzik yaşamlarına bir kilise korosunda başlamışlardı fakat daha sonra bu işten sıkılan iki kuzen, daha çok ilgi çekecek işler yapmaya karar verdiler. Yapabilecekleri tek iş şarkı söylemekti ve hemen bir grup oluşturdular. Bu ikiliye daha sonra Howie Dorough ve A. J. McLean katıldı. Bu kalabalık grubun son elemanı Nick Carter grup elemanları tarafından keşfedildi ve hemen gruba alındı.


Backstreet Boys, ilk başlarda çok sıkıntı çekti. Kurulmak için kötü bir zaman seçmişlerdi. O dönemde piyasa çok güçlüydü. Kendilerine bir yer edinmeleri ve fark edilmeleri oldukça uzun sürdü. Sonraları şans yavaş yavaş yüzlerine gülmeye başladı ve Take That gibi ünlü gruplar dağıldı. Böylece lidersiz kalan müzik piyasası onları bağrına bastı.


Backstreet Boys, uzun ve zorlu çalışmalardan sonra “Daubt” isimli albümlerini 1995 yılının sonlarında çıkardılar. Albüm, Avrupa ve Amerika’da piyasaya sunuldu. Fakat çok ilginç karşılandı. Amerika’da fazla tutulmayan ve alışılmış bulunan albüm Avrupa’da büyük ilgi topladı. Avrupa listelerinde ilk 10’a giren ve Top 10 listelerinde haftalarca kalan parçalar Amerika listelerinde alt sıralardan kurtulamadı. Grup ilk albümlerinden sonra amaçlarının yarısını gerçekleştirmişti. Tanınmış ve tutulmuştu. Bundan sonra işleri kolaylaşmıştı. Fakat kendi ülkelerinde başarı kazanamamak grubu bir haylü üzdü.


Grubun şansı 1997 yılında döndü. O yıl yayınlanan “Everybody” adlı albüm çok tutuldu. Albümde yer alan “Quiet Playing Games” ve “As Long As You Love Me” tüm dünya listelerini alt üst etti ve haftalarca üst sıralardaki yerlerini korudular. Böylece grup kendi evinde de başarıyı yakalamış oldu. Albüm o kadar başarılı oldu ki 1997 Grammy Ödülleri'nden de payını aldı. Böylece BackStreetBoys Amerika’da da aranan ve sevilen bir grup oldu.


Grup, içinde bulunduğumuz günlerde yeni çıkan Millenium albümünün satış grafiğini merakla izliyor. Albümün en çok ilgi gören parçası “I Want It That Way” oldu. Ayrıca grup bu parçaya Los Angeles’ta bir de video klip çekti.


1993 senesinde Floridalı iş adamı Lou Pearlman’ın New Kids On The Block ile gelişen erkek grubu popüleritesine karşılık oluşturduğu Backstreet Boys, ilk kadrosunda Nick Carter, Howie Dorough, Alexander James McLean, Sam Licata ve Charles Edwards’ı bulunduruyordu. Licata ile Edwards’ın gruptan ayrılmasıyla birlikte Mart ayında kadrosuna Kevin Richardson’u ekleyen grup, Nisan ayında da Richardson’un kuzeni Brian Litrell’i de kadrosuna dahil ederek tam şeklini aldı. İlk konserini aynı senenin Mayıs ayında Florida’da gerçekleştiren genç topluluk, bu konser sonrasında New Kids On The Block ile çalışmış olan menajer Johnny Wright önderliğinde organizasyonlarda yer almaya başladı.


1994 senesinde Jive Records ile anlaşmaya varan Backstreet Boys, ilk single “We’ve Got It Goin’ On”u Haziran ayında piyasaya sürdü. Bu single ile Amerika listelerine 69 numaradan giriş yapan grup, Avrupa’da oldukça iyi bir satış grafiği yakaladı. Kendileriyle aynı ismi taşıyan ilk albümlerini de yaz ayında sadece Avrupa ve Kanada’da yayınlayan grup, albümün satışlarıyla birkaç hafta içerisinde altın plak kazandı. Avrupa’daki populeritesini genişleten topluluk, sonraki iki sene boyunca Avrupa, Asya ve Kanada’da konserler gerçekleştirdi.


1996 senesinde Almanya’da “1 Numaralı Uluslararası Grup” seçilen Backstreet Boys, 1997 senesinde yine kendileriyle aynı ismi taşıyan albümlerini bu sefer Amerika’da yayınladı. Amerika’da Spice Girls gibi gruplarla yükselen pop kültürüyle kendisine rahatça yer bulabilen grup, bu albümle Amerika listelerinde 4 numara olmayı başardı. Albüme ilk baskıdan farklı olarak “Everbody (Backstreet’s Back)” adlı parçayı ekleyen topluluk, bu albümle 8.5 milyon gibi bir satış yakaladı.


Aynı sene “Backstreet’s Back” adlı 3. albümünü Amerika dışında piyasaya süren Backstreet Boys, bu albümle İngiltere listelerinde 2 numara olmayı başardı. Birçok ülkenin listesinde zirveye yerleşen grup, albümle tüm dünyada 24 milyon kopya satmayı başardı. Senenin sonunda turneye çıkan topluluk, toplam 20 ülkede performans göstererek genç hayranlarıyla buluştu.


1998 senesinde Brian Litrell’in kalp ameliyatı geçirmesiyle çalışmalarına kısa bir süre ara vermek zorunda kalan Backstreet Boys, aynı senenin Mart ayında gerçekleştirdikleri yardım konseri sonrasında Orlando valisince Orlanda şehrinin anahtarlarıyla şereflendirildi.


Lou Pearlman’ı haksız yere para kaçırmasından dolayı defalarca dava eden Backstreet Boys üyeleri, bu sırada kendilerine Korn ve Limp Bizkit gibi gruplarla çalışmış olan ‘The Firm’ adlı menajerlik şirketini bağladı. 1999 senesinde “Millennium” adlı albümü yayınlayan grup, albümün ilk haftada 1.13 milyon kopya satmasıyla bir rekora imza atmış oldu. Hem dünyada hem de Amerika’da aynı anda yayınlanan “Millennium” ile Amerika listelerinde 10 hafta boyunca 1 numarada kalan topluluk, İngiltere listelerinde ise 2 numara olmayı başardı. Albümden çıkan ilk single “I Want It That Way” ile listelerde 6 numaraya yükselen Backstreet Boys, albümün çıkmasıyla birlikte MTV’nin TRL programına konuk oldu. Gruba yönelik yoğun ilgiden dolayı polisin yolları kapatmasına neden olan şov sonrası grup bu sefer de albümün turnesine çıktı ve yaklaşık 2 milyon hayranıyla buluştu.


2000 senesinde Rolling Stone’un ilk baskısında derginin kapağında yer alan Backstreet Boys, senenin sonuna doğru “Black & Blue” adlı albümünü hayranlara sundu. Albümle Amerika listelerinde yine zirveye yerleşen grup, albümden çıkan ilk single “Shape Of My Heart” ile listelerde 9 numara olmayı başarırken, albüm dünyada 15 milyon kopya satarak gruba sadece Amerika’dan 8 kez platin plak kazandırdı.


2001 senesinde “Black & Blue” albümünün turnesine çıkan Backstreet Boys, turnenin ilk ayağında oldukça masraflı şovlarıyla hayranlarına inanılmaz dakikalar yaşattı. Turnenin ikinci ayağında ise AJ McLean’in ilerleyen alkol ve uyuşturucu sorunları kendisini gösterdi ve McLean bir süreliğine rehabilitasyon merkezine yattı. Bunun yanına grubun turne ekibinden bir kişinin ölmesiyle turneyi iptal etmek zorunda kalan topluluk, seneyi yayınladıkları “The Hits: Chapter One” adlı derleme albümü yayınlayarak kapattı.


“The Hits: Chapter One” albümünü grubun hit olmuş şarkılarıyla birlikte “Drowning” adlı yeni bir parça ekleyerek piyasaya süren Backstreet Boys, bu albümle Amerika listelerinde 4 numara olmayı başardı. Albüm sonrasında yardım konserlerinde sahne alan grup, bu konserler sonrasında çalışmalarına bir süreliğine ara verdi.


2002 senesinde gruptan Nick Carter “Now Or Never” adlı solo albümünü yayınlarken, albüm Amerika listelerinde 17 numara oldu ve satışlarıyla sanatçıya altın plak kazandırdı. Bu sırada Kevin Richardson “Chicago” adlı Broadway müzikalinde sahne aldı ve geriye kalan diğer üç grup üyesi de kendi solo çalışmalarına yöneldi. 2003 senesinde McLean’in bir televizyon programına konuk olmasıyla sorunlarından uzaklaştığının izlenimini vermesi Backstreet Boys’un 2004 senesinden itibaren yeniden sahnelere döndürdü ve grup Asya’ya geçerek burada ufak bir turne gerçekleştirdi.


2005 Mart ayında “Incomplete” adlı single’ı piyasaya süren Backstreet Boys, bu single ile Amerika listelerinde 14 numara oldu. Single ile birlikte eski soundlarından daha olgun bir tarza döndüklerinin izlenimini veren grup, bu yeni tarzıyla birçok hayranından tepki topladı. Haziran ayında “Never Gone” adlı albümünü piyasaya süren topluluk, albümde sound olarak daha çok ‘rock’ müziğine yaklaşan bir tarza büründü. Albüm Amerika listelerinde 3 numara olurken, diğer birçok ülkenin listesinde zirvede yer aldı. “Never Gone” albümü sonrası albümün tanıtımı amaçlı tuneye çıkan Backstreet Boys, albümün satışlarıyla da Amerika’da platin plak kazandı.


Mayıs 2006’da Brian Litrell, “Welcome Home (You)” adlı ilk solo albümünü yayınladı ve Haziran ayında ise Kevin Richardson gruptan ayrıldığını ifade etti. Şu ana kadar Richardson’un yerine başka bir üye alınmazken, Richardson Broadway müzikali “Chicago”daki performanslarına devam etti. Kazandıkları sayısız ödülle birlikte birçok hit parçaya imza atarak listelerde haftalarca yer almayı başaran ve albümlerinin satışlarıyla erkek gruplar arasında ilk sırada bulunan grup, 2007'de yayınlanan yeni albümleri "Unbreakable"da prodüktör olarak Dan Muckala, Eddie Galan ve Drew Lane ile bir araya geldi. Aynı zamanda MTV Avrupa Müzik Ödülleri 2009da Avrupa'nın En İyi Sanatçısı ödülünde maNgaya ödülünü vermişlerdir.

''batmaz'' gemi: TİTANİC

RMS Titanic , White Star Line şirketinin sahibi olduğu Olympic sınıfı bir yolcu gemisidir.Harland and Wolff (Belfast,İrlanda) tersanelerinde üretilmiştir.14 Nisan 1912 gecesi daha ilk seferinde bir buz dağına çarpmış ve yaklaşık iki saat kırk dakika içinde Kuzey Atlantik'in buzlu sularına gömülmüştür. 1912'de yapımı tamamlandığında dünyadaki en büyük buharlı yolcu gemisiydi.




Batışı 1.517 kişinin ölümüyle sonuçlandı ve dünya savaşları dışındaki en büyük deniz felaketlerinden biri olarak tarihe geçti. Titanic 'in batışı ile birlikte meydana gelen büyük kayıp'ın oranı birçok nedene bağlanmaktaydı ve zaman geçtikçe oturan şey ise Titanic 'in herkes için yeteri kadar filika taşımamasıydı.Titanic 'in tam kapasitesi 3,547 kişi olmasına rağmen gemi'nin sahip olduğu toplam flika sayısı 1,178 kişilikti. Aynı zamanda bayanlara ve çocuklara öncelik tanındıgı için toplamda ölen erkek sayısıda çok orantısızdı.


Titanic zamanında mevcut olan en ileri teknolojileri kullanmıştı. Birçok insan tarafından "batmaz" gemi olarak inanılıyordu, bu inanış batmadan önce bu şekilde tanımlanmış ve lanse edilmişti.Bu derece ileri teknoloji ve eğitimli mürettebata rağmen batışı birçoğu için şoktu.Medya ise Titanic 'in ünlü kurbanları ve batış ile ilgili efsaneleri sürekli gündeme getiriyor ve ateş'e benzin döküyordu.Bu tartışmaların sonucu denizcilik kanunun degişmesine neden oldu.Amerikan donanmasından emekli Robert Ballard 'ın gemi enkazını 1985'de bulması Titanic'in ününe olan ilgiyi ve bu ilginin günümüze kadar devam etmesini sağladı.

27 Mayıs 2010 Perşembe

Edgar Allan Poe

19 Ocak 1809’da dünyaya gelen Edgar Allan Poe, günümüzde de ilgi odağı olmayı sürdürüyor. Bu ilginin pek çok sebebi vardır kuşkusuz. Ama bunlar arasında, onun düşle gerçek arasında kurduğu dünyaların ürkütücü cazibesinin rolü büyük olmalı. Okuyucu, kaybolmanın tüm ürpertisini içinde taşısa da onun müthiş dehası ve kurgusuyla belirlediği sona doğru adım adım ilerlemekten kendisini alamaz. Üstelik öyküler her okunuşlarında daha önce fark edilmeyen yollara ve dolayısıyla yeni keşiflere açılır. Öykülerinde doğrudan görünenin ötesindeki anlam katmanları, kimi öykülerinde gömdüğü kurbanları gibi örtülüdür. Okuyucu onları, ancak emek verdiği ölçüde görebilir. Poe’nun öykülerinin özgünlüğü ve eskimezliği biraz da buradan geliyor.

Yazdıklarıyla edebiyata pek çok yenilik getirmiş, daha sonra yazılanlara hatta edebiyat dışındaki diğer sanat dallarına da ilham kaynağı olmuş, polisiye, bilimkurgu, fantastik, gotik edebiyatın gelişmesinde ve yeniden biçimlenmesinde çok önemli bir basamak oluşturmuş olan Edgar Allan Poe, öykülerinde, “Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz, yalnızca bir düş içinde bir düş” dizelerini bütün çarpıcılığıyla yüzümüze vurmaya devam ediyor.





Şimdi, bir gölün kenarında oturduğunuzu, etrafınızı çeviren dünyanın ve yüzünüzün durgun suya yansıyan aksini seyrettiğinizi düşünün. Bir süre sonra içinizde, sudaki kıpırtısız dünyayı dağıtmak, sarsmak, değiştirmek için karşı koyamadığınız bir istek belirmez mi? Doğal olarak suya dokunur ya da göle atmak için bir taş aramaya başlarsınız.


İşte Poe’nun öyküleriyle yaptığı budur. Onun öyküleri göle atılan bir taş gibidir ya da suyu karıştıran becerikli bir el... Önce hayretle, yüzünüzün alışkın olduğunuz çizgilerinin bozulmasına, dağılmasına şahit olursunuz. İyice bakmaya cesaretiniz varsa, size benzeyen ama çoğu zaman görmezden geldiğiniz, hatta ürktüğünüz yine de içinizde bir yerlerde olduğunu hep bildiğiniz kendinizle yüzleşirsiniz bulanık suda. Ardınızdaki dünya da belirsizleşmiş, yıkılmıştır. Tekinsiz, karanlık, kuralsız ve vahşi, başka bir dünyanın kapıları aralanır. Oraya hükmeden Tanrı, olsa olsa Dionysos’tur. Takıntılara, tutkulara, kayıp ruhlara, delice isteklere, öc almalara, kana ve sonsuz aşklara kaldırır kadehini.

Türkiye Rallisi 2010 İstanbulda...

İki kıtada geçen tek WRC rallisinin tadını çıkarmaya hazır mısınız?


 
Doğunun Batıyla, tarihin doğal güzelliklerle, teknolojinin geleneklerle, geçmişin gelecekle ve kültürün eğlenceyle buluştuğu şehre, İstanbul'a hoş geldiniz! İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesinin ardından Organizasyon Komitesi, WRC ve İstanbul markalarına daha da fazla katkı yapabilmek adına Türkiye Rallisi'nin, Antalya'dan İstanbul'a taşıma kararı aldı.


İstanbul, 2010'da WRC Dünya Ralli Şampiyonas'na dahil olan 6.Türkiye Rallisi'ne (Rally of Turkey) ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 13.8 milyonluk nüfusuyla, nüfus sıralamasında Avrupa'nın birinci, dünyanın ise beşinci büyük şehri sıfatına sahip efsaneler şehri İstanbul'daki 6.Türkiye Rallisi, motorsporları tutkunlarına unutulmaz anlar yaşatacak ve gönüllerde taht kuracak.


Türkiye Rallisi sayesinde, 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul, tüm güzelliği ile konuklarını bir kez daha büyülemeye hazırlanıyor. Asya ve Avrupa kıtalarında gerçekleştirilecek olan bu benzersiz organizasyonda Sultanahmet'te yapılacak Sembolik Start öncesinde tüm yarışmacılar, basın mensupları ve VIP konuklarımız ralli otomobillerinin de yer aldığı bir arabalı vapurda Boğaz'ın keyfini çıkaracak.


Türkiye Rallisi'nde geçilecek olan Özel Etaplar Anadolu yakasında yer alıyor. Oldukça hızlı ve geniş olarak da ifade edilebilen toprak karakterli etaplar, geçtiğimiz yıllarda ERC ve IRC katılımcılarının favorileri arasındaydı.


2010 Türkiye Rallisi, sürücüler, medya mensupları, görevliler ve seyirciler için unutulmaz bir yarış olacak. 15-18 Nisan tarihlerini ajandanıza şimdiden yazın ve İstanbul'daki bu heyecan fırtınasını kaçırmayın.

Ersin Karabulut*

3 Haziran 1981'de İstanbul - Eminönü'nde doğdu. Öğretmen birer anne babası ve kendinden dört yaş büyük bir ablası vardır. Bayrampaşa ilköğretim okulunu ve Vatan Anadolu Lisesi'ni bitirdi. 16 yaşında ilk karikatürü, Pişmiş Kelle dergisinde yer buldu. Daha sonra çizdiği köşeler yayınlanmaya başladı. Bir Süre Gırgır ve Ördek dergilerinde de çizdi. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik bölümüne girdi. İkinci sınıfta Lombak dergisinde ve daha sonra da Penguen dergisinde çizmeye başladı.



2007 Ağustosunda, Yiğit Özgür ve Memo Tembelçizer gibi bir grup çizerle birlikte, yeni bir dergi çıkartmak üzere, Penguen'den ayrılmış ve 5 Eylül 2007' de Uykusuz adlı dergiyi çıkarmaya başlamışlardır.


Uykusuz'da çizgi öykü tarzındaki Sandık İçi isimli köşeyi çiziyor. Ayrıca, "Sandık İçi" adlı bir kitabı bulunmaktadır.
Hala öğrenci statüsündedir.Mezun olamamıştır ve mezun olmak için sınavlara girmektedir.Uykusuz2daki sandık içi isimli köşesinde kendi hayatından kesitlerle hayata bakışını ve kendi doğrularını insanlar arası etkileşimleri işliyordu. Sevgili Günlük'te ise bi kızın günlüğü, hayatı ve yaşadığı karmaşık olayları anlatmaktadır ve bu karmaşık olaylardan dolayı köşeye büyük bir heyecan katmıştır,okurlar tarafından da büyük ilgi görmüştür. Son zamanlarda Türk mizah sevenleri tarafından büyük ilgi görmekte ve tanınmaktadır.


Çizerlik yeteneğini basından aldığını söyleyen Ersin Karabulut,çizime ne zaman başladığını hatırlamıyor.




 "Bu işe bulaşmaya ölüp biten okuyucalara ne önereceksin?" sorusuna da şöyle cevap veriyor:

Çizer olmakla çizmek arasında fark var. Bir grup sadece çizer olmak için çizmek istiyor. Popüler olmaya başlayan bir meslek ya, popüler bir durum gençler arasında mizah dergisinde çalışmak. İşte bu çizer olmak. Çizer olmak için çizmeye çalışan adamın çok fazla şansı olacağını sanmıyorum. Çizmek isteyen adam ise başka bir işi isteyerek yapamayacağının, başka bir işte başarılı olamayacağının farkındadır, biraz da zorunluluktan karalaya karalaya bu işi başarır. Olacak adam mutlaka olur. İçinde bir çatlak bulur, ben gideceğim o Penguen dergisine der. İnsanlar dosyalarla geliyor. Dergiye gelsinler. Olacak adam mutlaka olur, olamayan adam ise peşini bıraktığı için olmuyordur. İnanmakla alakalı bir şey işte, umutsuzluğa kapılmamak gerek. Çok klişe olacak ama çok çizmek de bileği geliştiriyor.



Moliere


Molière, sarayın döşemelerini yapan bir mobilyacı olan Jean Poquel'in ile bir zengin burjuva ailesinin kızı olan Marie Cresse'nin oğluydu. Moliere annesini 10 yaşındayken yitirdi ve babası ile bağlantıları hiç sıkı Babası 1531de bir imtiyaz satın almıştı ve Moliere babasının işini devam ettirmeye başladı ve bu arada hukukçudeğildi. Annesinin ölümünden sonra babası ile Paris'de o zaman yukarı burjuva sınıfından kişilerin evlerinin bulunduğu Rue Saint-Honoré'de yaşadılar. İlk okul eğitimini Paris'te yaptı ve sonra Paris'in en iyi okullarından Cizvit'lerin idaresinde olan "Collège de Clermont"'da öğrenim gördü. 1641’de bu okuldan ayrıldı.  olmak için çalışmalara başladığı da bildirilir.



Haziran 1643de Moliere 23 yaşında iken birden babasının işini bırakmaya ve Paris'ten ayrılmaya karar verdi. Daha önce tanışmış olduğu tiyatrocu güzel aktrist Madelaine Bejart ile birleşip kendisi 630 livre sermaye katarak ile Bejart'la birlikte Illustre Théâtre adlı bir tiyatro topluluğu kurdu. Böylece bağlı oldugu sosyal sınıf ilişkilerini geride bıraktı. Sahne adı olarak Fransa'nin Midi bölgesinde Vigan şehri civarında bir köy olan Molière ismini kullanmaya başladı. Bundan hemen sonra bu topluğa Madelaine'nin erkek ve kız kardeşleri de katıldı. Moliere hem iyi aktörlük gücü hem de eğitimi dolayısıyla bu gezici tiyatro trupunun idarecisi oldu. 1645de bu gezici tiyatro trupu, çoğu pansiyon masrafları olmak üzere, 2000 livre borçlanmıştı. Moliere bu borçlar dolayısıyla hapse atıldi ama ya babası ya da topluluk mensupları borcu ödüyerek 24 saat sonra hapisten kurtarıldı.


Bundan sonra Moliere ve Madelaine Bejart 12 yıl sürecek bir gezici tiyatro hayatına başladılar. Önceleri "Charle Dufresne"'nin trupuna katıldılar ve sonra kendi truplarını kurdular. Bu topluluk biraz başarı kazanarak Orleans Dükü I. Filip'in koruması ve desteği altında çalışmaya başladı. Bu gezginci tiyatroculuk döneminden Moliere'in ancak iki eseri elimize geçmiştir: "L'Étourdi" ve "Le Docteur amoureux". Bu eserlerde Moliere'in gezginci tiyatroların alışılagelen İtalyan asıllı ve yarı tuluat şeklindeki Comedia del Arte konu ve stilinden ayrılıp kendine has bir oyun uslubu geliştirmeye başladığı gorülmektedir. Bu arada Moliere Languedoc Eyaleti valisi Conti Dükü ile iyi arkadaş olmuş ve onun mali desteğini almıştır. Fakat bu kişi bir zuhrevi hastalığa tutulunca dinsel baskılar dolayısıyla tiyatroculara mali desteğini kesmiş ve şahsi ilişkilerden bile uzaklaşmıştır. 1650-53’te tiyatroyla Lyon’da kaldı ve Lyons'da iken Moliere'in trubuna Markiz sahne adlı Mademoiselle Duparc katıldı. Bu aktrist tanınmış oyun yazarları olan Pierre Corneille, sonra da Jean Racine ile ilişki kurdu ve hatta bir müddet Racine'in metresliğini yaptı. Racine hazırladığı ilk eserini Moliere'in sahnelemesini istemiştir ama Moliere bunu kabul etmemiştir.

Türk Müziğinde Kemanın Yeri ve Akort Sistemi



Keman'ın Türk ülkesine ne zaman geldiği kesin olarak bilinmiyor. İstanbul ve Trabzon gibi Lâtin ülkeleri ile sıkı ilişkiler bulunan şehirlerde çok eskiden beri Keman'ın en eski örneklerinin bulunduğu ileri sürülmüştür. Kanunî Sultan Süleyman 'ın sadrazamlarından Makbul İbrahim Paşa'nın gençliğinde, padişahın şehzadesi olarak Manisa'da bulunduğu yıllarda Keman çaldığı biliniyor. Yine bu yüzyılda yaygınlık kazanmış bir saz olarak klâsik mûsikîmize girememiş olmakla birlikte , halk arasında çok tutuluyor ve koltuk meyhanelerinde çalınıyordu. Keman'ı üst düzey sınıf arasına sokan kişinin , Sultan 1.Mahmud dönemi sanatkârlarından olan Corci olduğu ileri sürülür. Keman'dan önce mûsikîmizin yegâne sazı Rebab idi .O yıllarda Keman'a "Viola d'Amore" deniyordu ki, bu sazın benzeri yakın zamanlara kadar kullanılmış olan Sine Kemanı'dır. Kemani Corci'ye kadar bütün kaynaklarda , eski Türk Kemanını çalanların Türk olduğu halde, 18.yüzyıldan , daha doğrusu Corci'den sonra Türk olmayan kimseler Batı Kemanını çalmağa heves etmiş ve pek çok ünlü isim otaya çıkmıştır. Hiç şüphesiz bu sanatkârlar " Viola d'Amore " nin farklı şekli olan Sine Kemanı'nı çalıyorlardı ; Yedi teli olan Sine Keman'ın sesi biraz boğukça olduğu ve Kemençe sesine benzediği için , musikîden anlayanlarca daha çok tercih ediliyordu . 19. yüzyıl başına kadar Keman çalan sanatkârlar Keman'ın her iki türünü de kullanmışlardır. Daha sonra Sine Kemanı unutulmuştur. Son icrakârları Mustafa Sunar ile Nuri Duyguer olmuştur . Batı Keman'ının ülkemize yerleşmesinde Romanyalı Miron'un büyük rolü olmuştur. Ülkemizde Türk Musikîsi ölçüleri içinde çok güçlü icrakârlar yetişmiştir . Bir devreye damgasını vuran bu sanatkârlardan bazıları şunlardır: Kemanî Hızır Ağa , Kemanî Rıza Efendi , Kemanî Corci , Kemanî Kör Sebuh , Kemanî Aleksan Ağa , Kemanî Memduh , Bülbülî Salih Efendi ,Reşat Erer , Nubar Tekyay , Sadi Işılay , Hakkı Derman , Selahattin İnal v.b. Musikî terminolojimizde Keman çalanlara " Kemanî " denir .





                                                        AKORT SİSTEMİ

Keman 'ın metalden ya da hayvan bağırsağından yapılmış dört teli vardır . Akort sistemi pest'ten tize doğru : SOL-RE-LA-Mİ olarak düzenlenmiştir. Batı Kemanlarıyla aynı akort sistemine sahip olmasına rağmen , Türk Mûsikîsine uygun şekilde isimlendirilmiştir : DO-SOL-RE-LA dır . Bazı icracılar " LA" telini , İnce "SOL" düzeniyle kullanmaktadır bu konuda çeşitli fikirler öne sürülmüştür . Eskiden kullanılan ve Avrupa'dan getirilen Kemanların 5 esas 6 (7)ahenk teli olduğu ve aynı telin yine ince "SOL" olarak akord edildiği biliniyor. Bir başka görüş ise , Rebab ve Ud gibi çalgıların akorduna benzetmek için böyle hareket edildiğidir. ( "LA" akort Türk Mûsikîsi icralarında çiğ kalmakla birlikte , bazı makamlar transpoze edildiğinde icrada zorluklar oluşmaktadır )










Kanguru


Kangurugillerden keseli, memeli hayvanların genel adı.



Kanguru'lar keseli hayvanların en büyüğüdür. Avustralya'daki kolonların boomer dedikleri koca kanguru (Macropus giganteus) arka ayakları üzerine dikildiği zaman boyu iki metreyi bulur. Bu hayvanlar Avustralya kıtasına özgüdür.


Kangurunun kulakları büyük, ön bacakları çok küçüktür, yürümesine yaramaz , ama büyük olan arka bacakları art arda sıçramalarla yer değiştirmesine imkan verir. Kuyruk dengeyi sağlar. Kangurular yaşlı bir erkeğin güdümünde büyük sürüler halinde yaşar, otla beslenirler. Beş ay bir gebelikten sonra doğan yavru altı ay süre ile annesinin kesesinde, büyümesine devam eder.


Kanguruların kaya kangurusu, ağaç kangurusu ve kanguru faresi gibi çeşitleri vardır.
Her rengin bir enerjisi olduğunu biliyor muydunuz? Renk terapisinin yüzlerce yıl önce Uzakdoğu''da uygulanmaya başlandığını söyleyen sağlıklı yaşam uzmanı Işık Kırgız, doğru rengin pek çok hastalığı iyileştirici etkisi olduğu görüşünde.



Göğüs kanseri teşhisi konan ünlü pop yıldızı Kylie Minogue ameliyat için yattığı hastanedeki odasını pembeye boyattı ve baştan sona pembe objelerle süsledi. İlk çocuğuna hamile olan Britney Spears da son klibinde pembeler içinde çıktı seyircinin karşısına. Öyle ki Hummer cipinin koltuk döşemeleri bile pembeydi. Her iki yıldızın da pembeyi tercih etmesinin altında bu rengin taşıdığı enerji yatıyor.


Duygunun ve saf sevginin rengi olan, hayallerin ve korunma duygusunun pekişmesini sağlayan pembenin aynı zamanda ağrıları hafifletme gibi bir özelliği de bulunuyor. Renk terapisi; renklerin bedenle dengesini, enerjisini kurarak zihinsel, fiziksel, ruhsal ve duygusal anlamda rahatlama sağlıyor. Bu terapinin geçmişi çok eskilere dayanıyor.


Tibet''te, Uzakdoğu''da yüzlerce yıl önce uygulanmaya başlanan terapi, zamanla daha bilimsel bir potaya taşınmış ve renk dalga boylarının insan bedeni üzerinde ciddi etkilere sahip olduğu ortaya çıkmış. İnsanların günlük hayatlarında giydiği, kullandığı renklerin ruh hallerini ortaya koyduğu, yaşam stillerini anlattığı belirlenmiş.


TURUNCU NEŞE KAYNAĞI


Sağlıklı yaşam uzmanı Işık Kırgız, renklerden yararlanmak için onların anlamını ve hayattaki yerini bilmek gerektiğini söylüyor: "Renklere sadece hayatımızdaki tonlar olarak değil, bize verdiği enerji olarak bakmalıyız. Her rengin anlamı var. Çünkü hepsi farklı dalga boylarına sahip. Farklı dalga boylarına sahip oldukları için de farklı enerji taşıyorlar. Örneğin, bütün renklerin kaynağı olan beyaz, hayata dair olguların açılımıdır."


Birtakım problemler yaşayan veya yorganın altından çıkmak istemeyenlerin mutlaka turuncu ya da kırmızı giymeleri gerektiğini söyleyen Kırgız, bu renklerin taşıdıkları enerjiyi bu sayede bize de yükleyeceklerini anlatıyor. Depresif, gergin, kızgın durumlarda ise kırmızı ve turuncunun kesinlikle kullanılmaması gerekiyor.


Renkler sağlıkta ve bedeni arıtıp, temizlemek için de aktif rol oynuyor. Mesela yüksek tansiyon ya da yüksek ateşte mavi kullanıldığı takdirde tansiyon ve ateşte düşme gözleniyor. Aynı zamanda aşırı kanamalarda da mavi kanamayı azaltıyor. Düşük tansiyonda, dolaşım bozukluğunda, eklem ağrılarında, kilo probleminde kırmızı; bağırsak tembelliğinde sarı kullanmak ya da düşünmek yardımcı oluyor.


Pembe ise rahatlatıcı bir renk olduğu için ağrıları hafifletiyor. Renklerin enerjisinden yararlanmak için ille de o renkte bir kıyafet giymeniz gerekmiyor. Kırgız''a göre bir taş, obje ya da sadece düşünerek o rengin enerjisini alabiliyorsunuz.


KİLO VERDİRİYOR


Işık Kırgız''ın uyguladığı ''biyofoton'' tedavi filtreleri de renklerden yararlanarak sorunlardan kurtulmayı vaad ediyor. Mekanizma olarak doğal ışık ve vücudun kendi enerjisini kullanan biyofotonlar çeşitli renk dalgalarından oluşuyor. Vücuda yapıştırılarak kullanılan biyofotonlar, kırışıklıkların, lekelerin, selülitin, vücuttaki ciddi ağrıların yok olmasını sağlıyor. Migreni olanlar, migren noktalarına yapıştırıyorlar. Biyofotonlardaki renk dalgaları damarları yavaş yavaş gevşetiyor ve vücut rahatlıyor. Böylelikle örneğin migren ağrısı da bir süre sonra yok oluyor. Biyofotonlar sigarayı bırakmada da yüzde 90 başarı sağlıyor.


Avrupalılar, aynı zamanda anti-stres özelliği bulunan biyofotonları çantalarında taşıyor ve stresli anlarında çıkartıp stres noktalarına yapıştırıyor. Renklerin enerjisinden yararlananlar ve bulundukları durum içinde hangi rengi kullanmaları gerektiğini bilenler çok daha kolay bir yaşam sürüyorlar. Sağlıklı yaşam uzmanı Işık Kırgız, bu uygulamanın kesinlikle tıbbi tedavinin yerini tutamayacağını; sadece destekleyici terapi olduğunu da ekliyor.


Doğadaki tüm renk dalgalarının bir enerjisi var. Renklerden alınan bu enerjilerin de kişinin psikolojisini etkilediği varsayılıyor.


TURUNCU Neşe verici bir renk. Dışa dönüklük, canlılık ve heyecan, cinsellik duygularını harekete geçirir.


MAVİ Sezgilerin rengi. İç dinginliği, sevgi, huzur, sakinlik ve barış duygularını pekiştirir.


KIRMIZI Canlandırıcı etkisi var. Motivasyonu, enerji, coşku ve yaşama sevincini, sıcaklık ve aşk duygularını, kan basıncını ve vücut ısısını harekete geçirir.


YEŞİL Güvenin rengi. Paylaşma, cömertlik, huzur, istikrar, sakinlik, zihinsel ve duygusal benlikte etkin.


KAHVERENGİ Ağırbaşlılık, önderlik rengi. Eğitim, öğretim, kültür, sanat, emin olma ve sağlamlık duygularını pekiştirir.


LACİVERT Uyum ve başarı rengi. Sakin ve dingin olma duygularını pekiştirir.


PEMBE Duygunun ve saf sevginin rengi. Hayallerin, korunma duygusunun pekişmesinde etkin.


MOR Ruhsal dünyanın rengi. Asilliği, dengeyi, kendine güveni, sakinleştirici ve dinlendirici duyguları pekiştirir.


SARI Akıl ve zeka rengi. Umut, ilham ve yöneticilik duygularını pekiştirir.


SİYAH Güç ve bireysellik rengi. Tutku, hırs, inat ve muhalefet duygularında etkin.


Evde siyahtan kaçın


Renkler doğru kullanıldıklarında hayatımızı olumlu yönde etkiliyor. Işık Kırgız bir renge uzun süre bağlı kalınmaması gerektiği konusunda uyarıda bulunuyor. Örneğin sürekli mavi kullanıldığında kendinizi tembelleşmiş, durgun hissetmeye başlayacağınızı, sürekli kırmızı kullanmanın da agresif bir ruh haline sahip olmanıza sebep olacağını söylüyor. Ama bu çok sevdiğiniz bir renkten uzun süre mahrum kalacağınız anlamına gelmiyor. Örneğin, maviyi çok seviyorsanız bunu turuncuyla dengeleyebilirsiniz. Mavi tonlarındaki kıyafetinizle birlikte turuncu aksesuar kullanmak gibi...


Kırgız, yatak odasının da baştan sona siyah ve kırmızı renklerle dekore edilmemesi gerektiği konusunda uyarıda bulunuyor. Çünkü bu renkler bir süre sonra ruh dengenizi bozuyor ve depresif bir ruh haline sahip olmanıza neden oluyor.


HUZUR PASTEL TONLARDA


Kırgız, siyah ve kırmızıyı sevenlerin bu renkleri biblo, abajur, tablo gibi objelerde kullanmalarının daha doğru olacağını söylüyor. Evlerin duvarlarında, mobilyalarda ya da genel dekorasyonunda tercih edilmesi gereken renklerin başında ise daha çok dinginliği ve huzuru hatırlatan lila, mavi, yeşil ve pembe geliyor.

-Budizm-

Brahma inanışının değiştirilmiş bir şeklidir. Buda’nın felsefi düşüncelerini kabul edip yolunda yürümektir.


Buda, milattan tahminen 560 sene evvel, Hindistan’da Benares şehrinin 160 km kuzeyinde Kapilavastu (Lumbini) köyünde doğmuştur. Asıl adı, Guatama veya Gotama’dır. Buda ismi, ona sonradan verilmiş lakab olup, münevver (aydın), ilhama kavuşan demektir.
Budistlikte, yani budizmde, tanrı yoktur. Buda, bir nevi tanrı yerine konulmaktadır. Bu tanrılaştırma yüzünden, geçen yüzyılın sonuna kadar Buda, budistlerce tanrı zannediliyor ve dünya yüzünde yaşamadığına inanılıyordu. Ancak, geçen asrın sonunda, onun doğduğu ve yaşadığı yerler bulunduktan ve hayatı hakkında esaslı bilgiler elde edildikten sonra, bir insan olduğu meydana çıktı.



Budizmde dört esas vardır:


1- Hayat, ıstırap ile doludur. Zevk ve sefa, bir hayal, bir aldatıcı rüyadır. Doğum, ihtiyarlık, hastalık ve ölüm de acı bir ıstıraptır.






2- Bu ıstıraplardan kurtuluşa mani olan şey, bilgisizlik yüzünden kapıldığımız hevesler ve ne olursa olsun, muhakkak yaşamak arzumuzdur.






3- Istırabı yenmek için, bütün geçici heveslerle birlikte muhakkak yaşamak arzusunu da terk etmek gerekir.





4- Yaşama hevesinin sönmesi ile, insan rahata kavuşur. Bu hâle "Nirvana" ismi verilmektedir. Nirvana, hiçbir hevesi ve ihtirası olmayan bir insanın, dünya zevklerinden elini çekerek kutsal istirahata kavuşması demektir.


 
Mutlak tanrı düşüncesi Budizm’de görülmemekle birlikte, Buda ve diğer Budalara saygı veya tapınma tüm Budist mezheplerde önemli bir rol oynamaktadır. Bunun nedeni Budaların tam aydınlanmaya ulaşmada gösterdikleri erdem, fedakarlık ve mücadelenini uyandırdığı saygı ile birlikte, bir öğretmen olarak Dharma’ya somut örnekler teşkil etmeleridir

Teoman-Atiye / Kal

İZMİR

Türkiye'nin İstanbul ve Ankara'dan sonra 3. büyük metropolü olan fuarlar merkezi İzmir, ticaret ile bütünleşmiş çağdaş bir liman kentidir. Kültür nitelikleri, Yeryüzü nitelikleri ve yaşam düzeyi ele alındığında, Türkiye'nin en gelişmiş kentidir.



İzmir'in batısında denizi, plajları ve termal merkezleriyle Çeşme Yarımadası uzanır. Antik çağların en ünlü kentleri arasında yer alan Efes, Roma İmparatorluk devrinde dünyanın en büyük kentlerinden biriydi. Tüm İyon kültürünün zenginliklerini bünyesinde barındıran Efes, yoğun sanatsal etkinliklerle de adını duyuruyordu. Bu maksatla da bu şehre "Güzel İzmir", "Eski İzmir" ve "la Perle de l'Ionie" (İyonya'nın İncisi) deniyordu. Tarihten beri bu tanımlarla yıllar sonra şehrin sıfatı hâline gelmiştir.


İzmir, yatlar ve gemilerle çevrilmiş uzun ve dar bir körfezin başında yer almaktadır. Ilıman bir iklime sahip olup, yazında denizden gelen taze bir serinlik güneşin sıcaklığını alıp götürmektedir. Sahil boyunca palmiye,hurma ağaçları ve geniş caddeler bulunmaktadır. İzmir Limanı Mersin Limanı'ndan sonra Türkiye'nin en büyük limanıdın, Canlı ve kozmopolit bir şehir olan İzmir, Uluslararası Sanat Festivalleri ve İzmir Enternasyonal Fuarı ile de önemli bir yer tutar.

İnsan Yüzünün Neresi Neyi Anlatır?

ALIN: Kişilerin düşünme şekillerini ve düşüncelerini geliştirme metodları
KAŞLAR: Düşünme ve karar verme ile ilgili süreçlerin nasıl çalıştığını


GÖZLER: Hayata bakış açılarını, yeni fikir ve kişilere açık olup olmamayı ve stres düzeyini


GÖZ KAPAKLARI: Samimiyet isteği veya isteksizliğini


BURUN: İş hayatındaki tercihlerini, finansal konulara duyarlılığını, iş tatmini ve güven konularına bakış açısını

KULAKLAR: Karşısındakini etkileme ve etkilenme düzeyini, bağımsız hareket etme isteğini, gerçekçilik dengesini, verileri algılama ve kabul etme seçimlerini
AĞIZ: İletişim kurma ve kendini ifade etme isteğini, kötümserlik/iyimserlik dengesini


DUDAKLAR: Düşüncelerini ortaya koyma biçimini, cinselliğe bakış açısını, duygularını gizleme duyarlılığını


DİŞLER: İnatçılık ve utangaçlık yönlerini


YANAKLAR: Kişisel kudreti, enerji kullanımı ve insanlara yardım edebilme becerisini


ÇENE: Gerektiğinde ağırlığını koyabilme yeteneğini, saldırganlık içgüdüsünü, eleştiriye açıklık isteğini


GAMZELER: Eğlenme isteğini, mizah yaklaşımını ve yardımseverlik isteğini


ÇİZGİLER: Doğuştan sahip olunan kabiliyetleri, hayatları boyunca karşılaştıkları zorlukları


YÜZ ŞEKLİ: Kendine güveni, sabırsızlığı, arabuluculuk isteğini


YÜZ TİPLERİ: Kişilerin hangi ağırlıkta yaklaşıma; zihinsel, fiziksel, duygusal, daha yatkın olduğunu


KAFA ŞEKİLLERİ: İhtiyatlı ya da baskıcı olup olmadıklarını

HADİ GÜLÜMSE

Kimi, hayatı, engebelerle dolu, sırtına dayatılmış ağır bir yük, acı, üzüntü ve kederle...rle donatılmış bir yolculuk olarak görür. Yaşadığı her günü kendine de başkalarına da zehir eder. Kimi ise hayatı, mucizelerin olduğu, acıların içinde bile güzelliklerin barındığı, karşılaştığı her şeyde keşfedilmesi gereken tatların olduğu bir yolculuk olarak görür. Şayet istediğin mucizelerse hayata bir ışık yakman gerekir. Bunu da önce gülümsemeyle başar.



HADİ GÜLÜMSE...


ÇATLAK KOVA

Hindistan'da bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine ulasan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş. Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş.Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1,5 kova su götürebilirmiş. Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş.



İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş. "Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum." "Neden?..." diye sormuş sucu. "Niye utanç duyuyorsun?..." Kova cevap vermiş. "çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için taşıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun." Sucu şöyle demiş. "Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum." Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş. Sucu kovaya sormuş. "Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını farkettin mi?... Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronumun sofrasını süsleyebildim. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı."


Hepimizin kendimize has kusurları vardır. Hepimiz aslında çatlak kovalarız. Allah’ın büyük planında hiçbir şey ziyan edilmez. Kusurlarınızdan korkmayın. Onları sahiplenin.. Kusurlarınızda gerçek gücünüzü bulduğunuzu bilirseniz eğer siz de güzelliklere sebep olabilirsiniz.

GİRİŞİMCİLİK

Atatürk'ün Girişimcilik ile İlgili Sözleri



"Efendiler, bilirsiniz ki hayat demek, mücadele demektir. Hayatta başarı mutlaka mücadelede başarıyla mümkündür. Bu da, manen ve maddeten kuvvet, kudrete dayanır bir keyfiyettir." (1)

"İnsan, hareket ve faaliyetinin, yani dinamizminin ifadesidir." (2)

"Bir fert için olduğu gibi, bir millet için de kudret ve kabiliyetini fiili eserleriyle gösterip, ispat etmedikçe, itibar ve ehemmiyet beklemek beyhudedir." (3)

ACELE KARAR VERMEYİN...

Çin düşünürü Lao Tzu'nun öyküsü...



Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış... Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış..


"Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...


İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş. "Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."


Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş... Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler.


"Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.."


"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.


Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?"


Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler, ama içlerinden "Bu herif sahiden geri zekalı" diye geçirmişler... Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. "Bir kez daha haklı çıktın" demişler.


"Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş.


"O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."


Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın


kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin sonunda ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.


Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun ortaya çıktı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..."


"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şnssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."


Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:


"Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir.


Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.


Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen


oracıkta olduğunu görürsünüz."